Fransızca kökenli bir kelime olan Ekspresyonizm (Dışavurumculuk),
Güzel Sanatlarda Duygusal, Öznel Bir Dünya Görüşüyle Belirlenen,
Dış Dünyanın, Sanatçının Duyarlığına Uyduğu Biçimde Canlandırılmasına
Anlatımın Yoğunluğuna Önem Veren Akıma Verilen isimdir.
Dışavurumculuk, 1911 yılında Kurt Hiller tarafından ortaya atılan ve 1910-1925 yılları arasında kendisini bilinçli olarak natüralizmden, empresyonizmden, estetizmden, yeni üslupçuluktan ve neo-romantizmden ayırmak isteyen yeni akıma verilen isim olmaktadır.
Dışavurumculuğun Ortaya Çıkmasına
Edvard Munch, Karl Johan Caddesi’nde Akşam (1892)
Dışavurumcu Eserlerin En Belirgin Özellikleri;
Renk Kullanımında & Çizgilerde Şiddet
Çarpıtmalar
Ölçünün Reddidir.
Edward Munch (Çığlık-1893) Resimde insanın yalnızlığına ve korkusuna şahit oluruz. Körfez, küçük yelken
li gemiler ve resmi çaprazlama kesen parmaklıklı köprü, sahnenin kuzey sahilinde olduğunu gösterir. Munch 1892 yılında hastalığı sırasında yazdığı günlüğünde bu sahneden söz eder; "İki arkadaşımla güneşin batışında yürüyordum. Aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü, durakladım, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. Kentin ve mavi fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum". İnsana özgü olan içsel bunalımların sembolik bir görünümü olan resimde ön plandaki figür başını elleri arasına almış ve gözleri dik, ağzı sonuna kadar açık, yanakları bağırır durumda gösterilmiştir. Yılankavi figürün diğer iki figürden uzakta ve tek başınalığı yalnızlığı ve bunun dehşetini simgeliyor. Bütün çizgiler çığlık atan başa doğru akıyor. İnsanın umutsuzluğunu, mutsuzluğunu, endişelerini, boğuntularını, korkularını, acılarını ve çaresizliğini dile getiren bu resim dışavurumcu bir ifadeye sahiptir. Renkler ruhsal durumu daha da vurguluyor. Gökyüzünün kırmızı ve sarıyla dalgalı görünümüne karşılık deniz açık renkle kara ise koyu mavilerle oluşturulmuştur. Gökyüzünün hali fırtına öncesi sessizliği işaret ediyor. Çığlık atan figürde ve köprüde toprak renkleri göze çarpar. Resimdeki dalgalanma hareketlilik sağlıyor.
Edebiyatta Dışavurumcu Nesil, Öncelikle Varoluşçu Ve Toplumu İlgilendiren Konulara Eğilmiştir:
Kimlik Kaybı
İktidar Mekanizmaları (Baba-Oğul İkilemi, Cinsel Düşkünlük)
Büyük Şehrin Sorunları
Alman Dışavurumculuğu, “Dejenere Sanat” suçlamasına ve Nazi iktidarının baskısına boyun eğmedi. Bu dönemde pek çok Alman sanatçı özellikle ABD’ye göç etti.
Yedinci sanat, dışavurumculuğun fantastik ve düşsel yanını vurguladı.
Filmlerini bütünüyle stüdyoda çeken yönetmenler, ışık- gölge etkisini kullanarak ve gerçeği çarpıtarak, modern dünyanın yol açtığı boğuntuyu yansıtan garip, kaygı verici bir dünya yarattılar.
DIŞAVURUMCU ALMAN SİNEMASININ ALTYAPISI
Almanya'da böylesi bir estetik akımın ortaya çıkmasında sanatsal yapı yanında ekonomik ve toplumsal yapının da katkısı olmuştur.
1. I. Dünya Savası sırasında Alman Ordusu'nda cepheye propaganda götürecek "Agitation" kadrosu olusmustu. İçlerinde Emill Jannings, Werner Klaus gibi ünlü isimlerin de bulunduğu 4 bini aşkın ışıkçı, aktör, yönetmen, dekorcu, kameraman yetişmişti. Başka bir deyişle böyle bir akımı yaratacak altyapı, kadro mevcuttu.
2. Film yapımı için gerekli araç-gereç, malzeme ve hammaddeyi üretecek sinema endüstrisi kurulmuştu. 1871 yılında Fransa'dan Alsas-Loren'i alan Almanlar, çelik, demir, kömür işletmelerini ellerine geçirmişler endüstride gelişmeye başlamışlardı. Daha önceleri sinema endüstrisine Fransızlar hakimken, 1917'den sonra hakimiyet Almanlar'a geçti, aynı yıl UFA kuruldu.
3. Yeterli kadro devletin himayesindeki sinema endüstrisi, gerekli malzeme ve aygıtların hazır olması yanında siyasal ortam da bu akımı hoşgörüyle karşılayacak düzeydeydi. 1918-1919 yıllarında Almanya'nın siyasal ortamına ilerici fikirler hakimdi; bir filo ayaklanmış, Mareşal Lüdendorf istifa etmiş, Bavyera'da cumhuriyet ilan edilmişti.
4. Toplumsal düzeyde yılgınlık, kötümserlik atmosferi hüküm sürmekteydi. Almanya'nın coğrafi durumu, iklimi de psikolojik bir rahatlama fırsatı vermemekteydi.
Bu akımın en önemli eserleri:
“Dr. Caligari’nin Muayanehanesi”(1919)“Der Golem” (1920)“Nosferatu” (1922)
Dışavurumcu Sinema’nın karakteristik özellikleri:
Kulisler soyut üslupla boyanmaktadır
Perspektifler bozulmaktadır
Yakın çekimle oyuncuların eksantrik jest ve mimikleri dondurulmaktadır
Tuhaf ve fantastik dış dünya, bedensel süreçleri yansıtmak işlevini görmektedir
Bilinçli olarak dış çekimlerden vazgeçilmektedir
Amerikan Sineması’na karşın yavaş bir kurgu ritmi tipik bir unsur olmaktadır.
Işığın çok tutumlu bir biçimde kullanıldığı, alışılmadık tuhaf bir ortamda oyuncuların oyun biçimiyle vurgulanan dışavurumcu hareket, 100 kadar filmle temsil edilmektedir.
Ekspresyonist Alman Sineması’ndan Bir Başyapıt:
Dr. Caligari’nin Muayenehanesi (1919)
KONU: Hikaye bir tımarhane bahçesinde bir hastanın öyküyü anlatmasıyla başlar. Almanya’nın kuzeyinde bulunan bir kasabada kurulan panayırda Dr. Caligari adlı bir adam insanlara yardımcısı Sezar’ı hipnoz altına alarak gelecekle ilgili sorulara cevap verebileceğini ilan eder. Panayırda bulunan iki arkadaş (Allan ve Francis) Dr. Caligari’nin gösterisine katılır ve aralarından Allan Sezar’a ne kadar yaşayacağı sorusunu sorar ve “Güneşin doğuşuna kadar” cevabını alır. Gerçekten de sabahın erken saatlerinde Allan ölü olarak bulunur. Francis Dr. Caligari’den şüphelenir ve bunun üzerine onu gözetlemeye başlar. Dr. Caligari ise Sezar’ı hipnotize ederek, genç bir kızı öldürmesini emreder. Ancak Sezar, kızı öldüre
mez ve onu kaçırır. Kaçarken Sezar ölür ve kız polislere onun adını verir. Bu arada Dr. Caligari tımarhaneye kaçar ve orada saklanır. Onu takip eden Francis tımarhanenin müdürüyle görüşmek ister. Ancak tımarhane müdürü ile Dr. Caligari’nin aynı kişi olduğunu öğrenir. Francis, Dr. Caligari’yi Sezar’ın ölü bedeniyle yüzleştirir. Sırrının ortaya çıkmasıyla Dr. Caligari sinir krizi geçirir ve tutuklanır. Hastanın hikayesi burada noktalanır ancak olay örgüsü devam eder. İzleyici Francis’i Sezar’ı ve genç kızı tımarhanenin hastaları olarak görür. Tımarhane müdürü Francis’i inceler fakat Francis tarafından Caligari’nin ta kendisi olduğu iddia edilir. Müdür, izleyicilere bütün hikayenin Francis’in hayal ürünü olduğunu açıklar ve Francis’i iyileştireceğini söyleyerek filmi bitirir.
DEKOR:
Beklenmedik eğik çizgiler, boyalı pencerelerde son bulan perspektifin kurulduğu stilize bir dekor. O güne dek sinema tarihinde dekor salt arka plan ve olay mahalli hakkında görsel bilgi veriyorken, bu filmde yer alan sahnelerle birlikte dekora yeni işlevler yüklenmiştir. İzleyiciye trajik olanı, çaresizlik ve çıkmazlık hisleri, oyunculuk değil dekor sayesinde aktarılıyordu. Caligari filmi, fantastik konulara varolan ilgiyi arttırmış ve bunun yanı sıra psikolojiye, şeytani, tehlikeli ve cani figürlere yoğun eğilimi başlatmıştır. Siegfried Kracauer, Caligari filmini Hitler yobazlığını işaret eden yapıtlar arasında sıralamaktadır.
DİĞER FİLMLER
Caligari'den etkilenen pek çok Alman yönetmeni aynı özellikleri taşıyan çeşitli filmler yaptılar. Fritz Lang; Dr.Mabuse der Spieler - Dr.Mabuse Kumarbaz", "Der Mude Tod - Üç Işık", "Metropolis", F.W.Murnau; "Vampir Nosferatu", Lupu Pick; "Schrebben-Raylar", Arthur Robisen; "Schetton-Gölgeler", Paul Leni; "Das Wachsfiguren Kabinett-Mumyalar Pavyonu", Paul Wegener; "Golem", Hans Kobe; "Genuine", "Targus", KarI Heinz Martin; "Von Morgen bis Mitternacht-Şafaktan Geceyarısına". Bu filmler içerik açısından birbirlerine benzemeleri yanında aydınlatma-dekor-oyuncu işbirliği açısından da önemlidir.
Dışavurumcu Bir Filmin Üslubunu Oluşturan Temel Öğeler:
1- Oyunculuk Tekniği
2- Dekor Tasarım
3- Kamera / Işık
DIŞAVURUMCU SİNEMANIN ESTETİK ÖZELLİKLERİ
1- Filmlerin biçim ve içerikleri bir bütünlük oluşturmaktadır. Dışavurumcu filmlerin en tipik özelliği; hem biçim hem de içerik açısından çok ilginç olmalarıdır. Bu açıdan bakıldığında, sinema tarihinde bir daha tekrar edilemedikleri söylenebilir.
2- Dekorlar, filmlerin ikinci dilidir. Filmlerin iki dilinden biri, görüntülerin dili ise, diğeri de dekorların dilidir. Dekorların hazırlanması titiz bir çalışma olmaktan da öte, tam bir işbirliği ürünüdür. Dekorları hazırlayan sanatçılar yönetmenle işbirliği içindedir.
3- Düzenlenen çerçevelerde, kompozisyonlarda genellikle çarpık açıların kullanılması ruhsal çatışmaları güçlendirir. Evler, kuleler, kapılar insan boyutlarına göre ya çok küçük ya da çok büyüktür.
4- İnsan kitleleri, mimari bir tarzda düzenlenir, insan figürleri büyük nesneleri tamamlayan ayrıntılar gibi ele alınır.
5- Aydınlatma çok önemlidir. Bütün nesneler, ışık ve gölge oyunlarına göre biçim değiştirir; Örneğin, kapı bir insan portresi haline, ya da bir insanin gölgesi canavar biçimine dönüşebilir.
6- Oyuncuların sahnedeki hareketleri sınırlıdır. Belli bir estetik kaygıyla oyuncuların hareketlerinin dekorları tamamlaması istenir, özgürce hareket etmelerine izin verilmez. Oyuncuların hareketleri belli bir yumuşaklıktan yoksun, akıcılığı olmayan, belli mimik ve jestleri içeren bir biçimdedir.
7- Makyaj çok abartılı ve içeriklerle uyumludur. Korkunç görünüm yaratmada yardımcıdır.
8- Filmlerde derinlemesine psikolojik insan incelemeleri yoktur. Dışavurumcu yönetmenler genelde hep "erkek"le ilgilenirler.
9- Filmlerde doğal mekan hemen hemen hiç kullanılmaz, onun yerine stüdyolar, kapalı alanlar, yapma dekorlar kullanılır. Tüm bu çabalar, açık hava filmlerinin vereceği duygudan ayrı bir atmosfer yaratmaktadır.
10- Filmlerde tiyatral anlatım hakimdir. Çekimler göz seviyesinden yapılır. Tiyatro koltuğunda oturan seyircinin bakışı gibi görüntülenir. Bununla birlikte "Öznel Kamera Tekniği" yani olayları, olay kişilerinin gözünden takip etme tekniği ilk kez kullanılır. "İris-in", "İris-out" adını alan dairesel kararma ve açılma gibi geçişler ilk kez kullanılır. Sinema dili açısından önem kazanmasının nedeni; bu noktalamaların dikkat çekme anlarında psikolojik anlam yükleme anlarında kullanılmasıdır. Bu yöntemle izleyici düşünmeye zorlanır.
11- En önemli özellik; bu filmlerin belli bir dünya görüşü taşımasıdır. Bu akımdaki anlayışa göre dış dünya deforme edilip çarpıtılmakta, gerçekler sanatçının özgür düşüncesinin etkisiyle bozulmaktadır.
KARA FİLM
Dışavurumcu sinemada oyunculuk teknikleri, kameranın klasik duruş pozisyonlarının değişimi ve Low-key ışıklandırma tekniği, özellikle polisiye filmlerinin bir alt türü olan Kara Film’in (Film Noir) estetik simgeleri haline gelmiştir.20’li yılların ekspresyonist film üsluplarıyla 30’lı yılların sonlarında gelişen Fransız realizmi üsluplarını birbirine bağlayan Kara Film, motiflerini genellikle o yılların polisiye romanlarından almaktaydı.
Kara Filmde Dışavurumcu Etkiler:
Mekan kullanımı: merdivenler, karanlık, esrarengiz koridorlar, siluetler ve ayna; büyük şehir ortamları, karanlık yerler, günlük yaşantının görülmeyen yüzleri.
Konular: ruhsal ikilemler, Suç, Pesimizm, Çaresizlik, Anti Kahramanlar/ Femme Fatale’lar, Gece & Yağmur... Yönetmenler bu unsurları filmin temel yapısına uyarlamışlardır.
Günümüzde Dışavurumculuk:
80’li yıllarla birlikte ekspresyonist film estetiği sinema ve televizyon yapımlarında da görülmeye başlamıştır. Neo-noir olarak adlandırılan ve Film Noir’ın devamı olarak görülen türün yönetmenleri yine tipik ekspresyonist motiflerden yararlanmaktalar. Örneğin Low-key ışıklandırma, şüpheli olay mahalleri, gölgeler ve büyük şehirlerin yağmur yağan gecelerinin atmosferleri gibi.
Bunun yanı sıra 20’li yılların filmlerinin esintileri 80’li yıllar sinema eserlerinde de görülmektedir. Örneğin Ridley Scott’un 1982 yılında yönettiği Blade Runner filminde olduğu gibi. Bu filmde yer alan büyük şehrin mimari yapısı Fritz Lang’ın “Metropolis”(1926) filmiyle paralellikler göstermektedir. Ekspresyonizm salt Neo-noir türünde varlığını sürdürmemektedir. Ekspresyonist üslupların kullanım yelpazeleri korku filmlerinden televizyon dizilerine, reklam filmlerinden müzik kliplerine ve mimari uygulamalara kadar uzanmaktadır.
Güzel Sanatlarda Duygusal, Öznel Bir Dünya Görüşüyle Belirlenen,
Dış Dünyanın, Sanatçının Duyarlığına Uyduğu Biçimde Canlandırılmasına
Anlatımın Yoğunluğuna Önem Veren Akıma Verilen isimdir.
Dışavurumcu Akımının Fikir Babaları:
Friedrich Nietzsche
Wilhelm Worringer
Sigmund Freud
Albert Einstein
Friedrich Nietzsche
Wilhelm Worringer
Sigmund Freud
Albert Einstein
Dışavurumculuk, 1911 yılında Kurt Hiller tarafından ortaya atılan ve 1910-1925 yılları arasında kendisini bilinçli olarak natüralizmden, empresyonizmden, estetizmden, yeni üslupçuluktan ve neo-romantizmden ayırmak isteyen yeni akıma verilen isim olmaktadır.
Dışavurumculuğun Ortaya Çıkmasına
Katkıda Bulunan Dış Çevresel Etkenler:
ALMANYA’DAKİ İSTİKRARSIZ SİYASİ ORTAM
TOPLUMSAL ZORLAMALAR
İKTİSADİ KARGAŞA VE KRİZLERLE YÜZ YÜZE GELEN İNSANIN BUNALIMI
TOPLUMSAL ZORLAMALAR
İKTİSADİ KARGAŞA VE KRİZLERLE YÜZ YÜZE GELEN İNSANIN BUNALIMI
Edvard Munch, Karl Johan Caddesi’nde Akşam (1892)
Karl John Aksamı adlı 1892 tarihli resimde Oslo'nun ana caddesinde yalnızlık, kaygı ve ayrı durma gibi dramatik durumları tasvir etmiştir. Bir grup kalabalığın kaldırım boyunca seyirciye doğru yürüdüğünü görürüz. Kalabalığın ezici yönüne tanık oluruz. Orta sınıfa mensup erkekler yüksek şapk
alar kadınlar şık başlıklar giymişler. Gözleri açık neredeyse şaşkın , yüzleri iletişim kurulmaz bir ifadededir. Orta sınıfın kurallarına ve baskılarına kendilerini tutsak etmişlerdir. "Cadde kenarındaki parlamento binasının aydınlık ve sarı pencerelerinin parlaması sahne üzerinde muhafız ve otoriter gibi görünüyor". Kaldırımda yürüyen kalabalığın ters yönüne doğru giden yalnız bir figür vardır. Munch günlüğünde bu figür için şunları yazmıştır "geçenler ona garip ve tuhaf bakıyorlardı ve o solgun akşam ışığında gözlerini dikerek kendilerine bakmalarını anlayabiliyordu. Bazı düşüncelere dalmaya çalıştıysa da başarısız oldu. Kafasının içinde boşluktan başka bir şey yoktu. Bir kez daha geçenler onun yolundaydı, baştan aşağıya titriyordu ve ter içinde kalmıştı". Munch burada kendi yasadığı bir durumdan söz ediyor. Adamın ters yöne gitmesi ve yalnız olması kalabalığı reddettiğini ve uzak durduğunu, onların içinde yer almak istemediğini gösteriyor. Bu onu melankolik yapıyor. Kalabalıklardan ayrı durma, yalnız olma Munch'un sevdiği konulardandır. Dışavurumculuğun ilk önemli çıkışı, 1905’te Dresden’de “Die Brücke” grubunun kurulmasıdır. 1911 yılında Münih’te kurulan “Der Blaue Reiter” grubu ise daha az saldırgan, daha lirik bir tavır alan ve soyuta eğilim gösteren bir topluluktu.
Dışavurumcular, Estetik Hazdan Çok, Heyecan Yaratmayı Amaçlıyorlardı. Denetimsiz Şiddet Biçimsel Arayıştan Ağır Basıyordu.
alar kadınlar şık başlıklar giymişler. Gözleri açık neredeyse şaşkın , yüzleri iletişim kurulmaz bir ifadededir. Orta sınıfın kurallarına ve baskılarına kendilerini tutsak etmişlerdir. "Cadde kenarındaki parlamento binasının aydınlık ve sarı pencerelerinin parlaması sahne üzerinde muhafız ve otoriter gibi görünüyor". Kaldırımda yürüyen kalabalığın ters yönüne doğru giden yalnız bir figür vardır. Munch günlüğünde bu figür için şunları yazmıştır "geçenler ona garip ve tuhaf bakıyorlardı ve o solgun akşam ışığında gözlerini dikerek kendilerine bakmalarını anlayabiliyordu. Bazı düşüncelere dalmaya çalıştıysa da başarısız oldu. Kafasının içinde boşluktan başka bir şey yoktu. Bir kez daha geçenler onun yolundaydı, baştan aşağıya titriyordu ve ter içinde kalmıştı". Munch burada kendi yasadığı bir durumdan söz ediyor. Adamın ters yöne gitmesi ve yalnız olması kalabalığı reddettiğini ve uzak durduğunu, onların içinde yer almak istemediğini gösteriyor. Bu onu melankolik yapıyor. Kalabalıklardan ayrı durma, yalnız olma Munch'un sevdiği konulardandır. Dışavurumculuğun ilk önemli çıkışı, 1905’te Dresden’de “Die Brücke” grubunun kurulmasıdır. 1911 yılında Münih’te kurulan “Der Blaue Reiter” grubu ise daha az saldırgan, daha lirik bir tavır alan ve soyuta eğilim gösteren bir topluluktu.Dışavurumcular, Estetik Hazdan Çok, Heyecan Yaratmayı Amaçlıyorlardı. Denetimsiz Şiddet Biçimsel Arayıştan Ağır Basıyordu.
Dışavurumcu Eserlerin En Belirgin Özellikleri;
Renk Kullanımında & Çizgilerde Şiddet
Çarpıtmalar
Ölçünün Reddidir.
Edward Munch (Çığlık-1893) Resimde insanın yalnızlığına ve korkusuna şahit oluruz. Körfez, küçük yelken
li gemiler ve resmi çaprazlama kesen parmaklıklı köprü, sahnenin kuzey sahilinde olduğunu gösterir. Munch 1892 yılında hastalığı sırasında yazdığı günlüğünde bu sahneden söz eder; "İki arkadaşımla güneşin batışında yürüyordum. Aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü, durakladım, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. Kentin ve mavi fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum". İnsana özgü olan içsel bunalımların sembolik bir görünümü olan resimde ön plandaki figür başını elleri arasına almış ve gözleri dik, ağzı sonuna kadar açık, yanakları bağırır durumda gösterilmiştir. Yılankavi figürün diğer iki figürden uzakta ve tek başınalığı yalnızlığı ve bunun dehşetini simgeliyor. Bütün çizgiler çığlık atan başa doğru akıyor. İnsanın umutsuzluğunu, mutsuzluğunu, endişelerini, boğuntularını, korkularını, acılarını ve çaresizliğini dile getiren bu resim dışavurumcu bir ifadeye sahiptir. Renkler ruhsal durumu daha da vurguluyor. Gökyüzünün kırmızı ve sarıyla dalgalı görünümüne karşılık deniz açık renkle kara ise koyu mavilerle oluşturulmuştur. Gökyüzünün hali fırtına öncesi sessizliği işaret ediyor. Çığlık atan figürde ve köprüde toprak renkleri göze çarpar. Resimdeki dalgalanma hareketlilik sağlıyor.Edebiyatta Dışavurumcu Nesil, Öncelikle Varoluşçu Ve Toplumu İlgilendiren Konulara Eğilmiştir:
Kimlik Kaybı
İktidar Mekanizmaları (Baba-Oğul İkilemi, Cinsel Düşkünlük)
Büyük Şehrin Sorunları
Alman Dışavurumculuğu, “Dejenere Sanat” suçlamasına ve Nazi iktidarının baskısına boyun eğmedi. Bu dönemde pek çok Alman sanatçı özellikle ABD’ye göç etti.
Yedinci sanat, dışavurumculuğun fantastik ve düşsel yanını vurguladı.
Filmlerini bütünüyle stüdyoda çeken yönetmenler, ışık- gölge etkisini kullanarak ve gerçeği çarpıtarak, modern dünyanın yol açtığı boğuntuyu yansıtan garip, kaygı verici bir dünya yarattılar.
DIŞAVURUMCU ALMAN SİNEMASININ ALTYAPISI
Almanya'da böylesi bir estetik akımın ortaya çıkmasında sanatsal yapı yanında ekonomik ve toplumsal yapının da katkısı olmuştur.
1. I. Dünya Savası sırasında Alman Ordusu'nda cepheye propaganda götürecek "Agitation" kadrosu olusmustu. İçlerinde Emill Jannings, Werner Klaus gibi ünlü isimlerin de bulunduğu 4 bini aşkın ışıkçı, aktör, yönetmen, dekorcu, kameraman yetişmişti. Başka bir deyişle böyle bir akımı yaratacak altyapı, kadro mevcuttu.
2. Film yapımı için gerekli araç-gereç, malzeme ve hammaddeyi üretecek sinema endüstrisi kurulmuştu. 1871 yılında Fransa'dan Alsas-Loren'i alan Almanlar, çelik, demir, kömür işletmelerini ellerine geçirmişler endüstride gelişmeye başlamışlardı. Daha önceleri sinema endüstrisine Fransızlar hakimken, 1917'den sonra hakimiyet Almanlar'a geçti, aynı yıl UFA kuruldu.
3. Yeterli kadro devletin himayesindeki sinema endüstrisi, gerekli malzeme ve aygıtların hazır olması yanında siyasal ortam da bu akımı hoşgörüyle karşılayacak düzeydeydi. 1918-1919 yıllarında Almanya'nın siyasal ortamına ilerici fikirler hakimdi; bir filo ayaklanmış, Mareşal Lüdendorf istifa etmiş, Bavyera'da cumhuriyet ilan edilmişti.
4. Toplumsal düzeyde yılgınlık, kötümserlik atmosferi hüküm sürmekteydi. Almanya'nın coğrafi durumu, iklimi de psikolojik bir rahatlama fırsatı vermemekteydi.
Bu akımın en önemli eserleri:
“Dr. Caligari’nin Muayanehanesi”(1919)“Der Golem” (1920)“Nosferatu” (1922)
Dışavurumcu Sinema’nın karakteristik özellikleri:
Kulisler soyut üslupla boyanmaktadır
Perspektifler bozulmaktadır
Yakın çekimle oyuncuların eksantrik jest ve mimikleri dondurulmaktadır
Tuhaf ve fantastik dış dünya, bedensel süreçleri yansıtmak işlevini görmektedir
Bilinçli olarak dış çekimlerden vazgeçilmektedir
Amerikan Sineması’na karşın yavaş bir kurgu ritmi tipik bir unsur olmaktadır.
Işığın çok tutumlu bir biçimde kullanıldığı, alışılmadık tuhaf bir ortamda oyuncuların oyun biçimiyle vurgulanan dışavurumcu hareket, 100 kadar filmle temsil edilmektedir.
Ekspresyonist Alman Sineması’ndan Bir Başyapıt:
Dr. Caligari’nin Muayenehanesi (1919)
KONU: Hikaye bir tımarhane bahçesinde bir hastanın öyküyü anlatmasıyla başlar. Almanya’nın kuzeyinde bulunan bir kasabada kurulan panayırda Dr. Caligari adlı bir adam insanlara yardımcısı Sezar’ı hipnoz altına alarak gelecekle ilgili sorulara cevap verebileceğini ilan eder. Panayırda bulunan iki arkadaş (Allan ve Francis) Dr. Caligari’nin gösterisine katılır ve aralarından Allan Sezar’a ne kadar yaşayacağı sorusunu sorar ve “Güneşin doğuşuna kadar” cevabını alır. Gerçekten de sabahın erken saatlerinde Allan ölü olarak bulunur. Francis Dr. Caligari’den şüphelenir ve bunun üzerine onu gözetlemeye başlar. Dr. Caligari ise Sezar’ı hipnotize ederek, genç bir kızı öldürmesini emreder. Ancak Sezar, kızı öldüre
mez ve onu kaçırır. Kaçarken Sezar ölür ve kız polislere onun adını verir. Bu arada Dr. Caligari tımarhaneye kaçar ve orada saklanır. Onu takip eden Francis tımarhanenin müdürüyle görüşmek ister. Ancak tımarhane müdürü ile Dr. Caligari’nin aynı kişi olduğunu öğrenir. Francis, Dr. Caligari’yi Sezar’ın ölü bedeniyle yüzleştirir. Sırrının ortaya çıkmasıyla Dr. Caligari sinir krizi geçirir ve tutuklanır. Hastanın hikayesi burada noktalanır ancak olay örgüsü devam eder. İzleyici Francis’i Sezar’ı ve genç kızı tımarhanenin hastaları olarak görür. Tımarhane müdürü Francis’i inceler fakat Francis tarafından Caligari’nin ta kendisi olduğu iddia edilir. Müdür, izleyicilere bütün hikayenin Francis’in hayal ürünü olduğunu açıklar ve Francis’i iyileştireceğini söyleyerek filmi bitirir.DEKOR:
Beklenmedik eğik çizgiler, boyalı pencerelerde son bulan perspektifin kurulduğu stilize bir dekor. O güne dek sinema tarihinde dekor salt arka plan ve olay mahalli hakkında görsel bilgi veriyorken, bu filmde yer alan sahnelerle birlikte dekora yeni işlevler yüklenmiştir. İzleyiciye trajik olanı, çaresizlik ve çıkmazlık hisleri, oyunculuk değil dekor sayesinde aktarılıyordu. Caligari filmi, fantastik konulara varolan ilgiyi arttırmış ve bunun yanı sıra psikolojiye, şeytani, tehlikeli ve cani figürlere yoğun eğilimi başlatmıştır. Siegfried Kracauer, Caligari filmini Hitler yobazlığını işaret eden yapıtlar arasında sıralamaktadır.
DİĞER FİLMLER
Caligari'den etkilenen pek çok Alman yönetmeni aynı özellikleri taşıyan çeşitli filmler yaptılar. Fritz Lang; Dr.Mabuse der Spieler - Dr.Mabuse Kumarbaz", "Der Mude Tod - Üç Işık", "Metropolis", F.W.Murnau; "Vampir Nosferatu", Lupu Pick; "Schrebben-Raylar", Arthur Robisen; "Schetton-Gölgeler", Paul Leni; "Das Wachsfiguren Kabinett-Mumyalar Pavyonu", Paul Wegener; "Golem", Hans Kobe; "Genuine", "Targus", KarI Heinz Martin; "Von Morgen bis Mitternacht-Şafaktan Geceyarısına". Bu filmler içerik açısından birbirlerine benzemeleri yanında aydınlatma-dekor-oyuncu işbirliği açısından da önemlidir.
Dışavurumcu Bir Filmin Üslubunu Oluşturan Temel Öğeler:
1- Oyunculuk Tekniği
2- Dekor Tasarım
3- Kamera / Işık
DIŞAVURUMCU SİNEMANIN ESTETİK ÖZELLİKLERİ
1- Filmlerin biçim ve içerikleri bir bütünlük oluşturmaktadır. Dışavurumcu filmlerin en tipik özelliği; hem biçim hem de içerik açısından çok ilginç olmalarıdır. Bu açıdan bakıldığında, sinema tarihinde bir daha tekrar edilemedikleri söylenebilir.
2- Dekorlar, filmlerin ikinci dilidir. Filmlerin iki dilinden biri, görüntülerin dili ise, diğeri de dekorların dilidir. Dekorların hazırlanması titiz bir çalışma olmaktan da öte, tam bir işbirliği ürünüdür. Dekorları hazırlayan sanatçılar yönetmenle işbirliği içindedir.
3- Düzenlenen çerçevelerde, kompozisyonlarda genellikle çarpık açıların kullanılması ruhsal çatışmaları güçlendirir. Evler, kuleler, kapılar insan boyutlarına göre ya çok küçük ya da çok büyüktür.
4- İnsan kitleleri, mimari bir tarzda düzenlenir, insan figürleri büyük nesneleri tamamlayan ayrıntılar gibi ele alınır.
5- Aydınlatma çok önemlidir. Bütün nesneler, ışık ve gölge oyunlarına göre biçim değiştirir; Örneğin, kapı bir insan portresi haline, ya da bir insanin gölgesi canavar biçimine dönüşebilir.
6- Oyuncuların sahnedeki hareketleri sınırlıdır. Belli bir estetik kaygıyla oyuncuların hareketlerinin dekorları tamamlaması istenir, özgürce hareket etmelerine izin verilmez. Oyuncuların hareketleri belli bir yumuşaklıktan yoksun, akıcılığı olmayan, belli mimik ve jestleri içeren bir biçimdedir.
7- Makyaj çok abartılı ve içeriklerle uyumludur. Korkunç görünüm yaratmada yardımcıdır.
8- Filmlerde derinlemesine psikolojik insan incelemeleri yoktur. Dışavurumcu yönetmenler genelde hep "erkek"le ilgilenirler.
9- Filmlerde doğal mekan hemen hemen hiç kullanılmaz, onun yerine stüdyolar, kapalı alanlar, yapma dekorlar kullanılır. Tüm bu çabalar, açık hava filmlerinin vereceği duygudan ayrı bir atmosfer yaratmaktadır.
10- Filmlerde tiyatral anlatım hakimdir. Çekimler göz seviyesinden yapılır. Tiyatro koltuğunda oturan seyircinin bakışı gibi görüntülenir. Bununla birlikte "Öznel Kamera Tekniği" yani olayları, olay kişilerinin gözünden takip etme tekniği ilk kez kullanılır. "İris-in", "İris-out" adını alan dairesel kararma ve açılma gibi geçişler ilk kez kullanılır. Sinema dili açısından önem kazanmasının nedeni; bu noktalamaların dikkat çekme anlarında psikolojik anlam yükleme anlarında kullanılmasıdır. Bu yöntemle izleyici düşünmeye zorlanır.
11- En önemli özellik; bu filmlerin belli bir dünya görüşü taşımasıdır. Bu akımdaki anlayışa göre dış dünya deforme edilip çarpıtılmakta, gerçekler sanatçının özgür düşüncesinin etkisiyle bozulmaktadır.
KARA FİLM
Dışavurumcu sinemada oyunculuk teknikleri, kameranın klasik duruş pozisyonlarının değişimi ve Low-key ışıklandırma tekniği, özellikle polisiye filmlerinin bir alt türü olan Kara Film’in (Film Noir) estetik simgeleri haline gelmiştir.20’li yılların ekspresyonist film üsluplarıyla 30’lı yılların sonlarında gelişen Fransız realizmi üsluplarını birbirine bağlayan Kara Film, motiflerini genellikle o yılların polisiye romanlarından almaktaydı.
Kara Filmde Dışavurumcu Etkiler:
Mekan kullanımı: merdivenler, karanlık, esrarengiz koridorlar, siluetler ve ayna; büyük şehir ortamları, karanlık yerler, günlük yaşantının görülmeyen yüzleri.
Konular: ruhsal ikilemler, Suç, Pesimizm, Çaresizlik, Anti Kahramanlar/ Femme Fatale’lar, Gece & Yağmur... Yönetmenler bu unsurları filmin temel yapısına uyarlamışlardır.
Günümüzde Dışavurumculuk:
80’li yıllarla birlikte ekspresyonist film estetiği sinema ve televizyon yapımlarında da görülmeye başlamıştır. Neo-noir olarak adlandırılan ve Film Noir’ın devamı olarak görülen türün yönetmenleri yine tipik ekspresyonist motiflerden yararlanmaktalar. Örneğin Low-key ışıklandırma, şüpheli olay mahalleri, gölgeler ve büyük şehirlerin yağmur yağan gecelerinin atmosferleri gibi.
Bunun yanı sıra 20’li yılların filmlerinin esintileri 80’li yıllar sinema eserlerinde de görülmektedir. Örneğin Ridley Scott’un 1982 yılında yönettiği Blade Runner filminde olduğu gibi. Bu filmde yer alan büyük şehrin mimari yapısı Fritz Lang’ın “Metropolis”(1926) filmiyle paralellikler göstermektedir. Ekspresyonizm salt Neo-noir türünde varlığını sürdürmemektedir. Ekspresyonist üslupların kullanım yelpazeleri korku filmlerinden televizyon dizilerine, reklam filmlerinden müzik kliplerine ve mimari uygulamalara kadar uzanmaktadır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder