Karakterize edilmiş diğer sinema okulları, Yeni Gerçekçilik’ten önce, uyuşturucu sinemanın kaçışcı oyunlarından ve kurallarından vazgeçen politik ve estetik çeşitli yöntemler önermişlerdir: Altın çağını yaşayan Sovyet sineması, 1922-1932 arasında Alman işçi sineması ve otuzlu yılların İngiliz Belgeci Okulu ya da Fransız Halk Cephesi'nin Şairane Gerçekçiliği gibi...
İtalyan Yeni Gerçekçiliği; halk eğilimli ve Amerikan kapitalist sinemasının yüksek aşaması Hollywood’un Dünya'nın tümünde egemenliğini yaydığı bir dönemde; ilerleme eğilimli ve tipik olarak ulusal bir sinemanın tarihsel olarak ilk tutarlı doğrulamasıdır.
Savaşın tüm şiddetini yaşamış olan Avrupa'da gerek belgesel sinemada, gerekse de anlatı/drama sinemasında yeni akımlar doğdu. İlk filizlenenler İtalyan Neo Realismo'su (Yeni gerçekçilik) ve İngiliz Free Cinema'sıydı.
Yeni Gerçekçilik İtalya’nın o günkü tarihsel koşulları ile ortaya çıkmıştır: İtalya da faşizmin yenik düşmesi, Roma’nın bombalanması, Sicilya’nın işgali, Hitlerin Mussoliniyi kukla gibi kullanması ile İtalya da büyük bir kaos yaşanmaya başladı.
İki ayrı savaş yaşanıyordu: Alman ve müttefik orduları arasındaki savaş ile partizanlar ile Mussolini arasında ki savaş. 2. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan İtalya, işsizlik, evsizlik, karaborsa, açlık, fuhuş ve kimsesiz çocuklarıyla Yeni Gerçekçi sanatçılara bir kaynak oldu ve günümüz sineması gerçekçilik anlayışının çıkışı oluşturdu.
İtalyan Yeni Gerçekçiliği'nde tamamen belgesele yakın bir nesnelikle yapılan çekimler göze çarpar. Yeni gerçekçi filmlerde oyuncular ya senaryoda belirtilen karaktere göre, onun mesleğinden oyuncu olmayan biri olarak seçilir; ya da olabilecek en yalın oyunu oynayan profesyonel oyunculardan seçilir. Bunların yanında gerçekdışı, olağanüstü hiçbir olaya yer verilmez, faşizmin, kara gömleklilerin, duçenin ezdiği sol entelijansiya yenik, fakir, İtalya'dan kesitler sunar.
Akımın ilk filmi sayılabilecek olan Rosellini'nin (ki aynı zamanda Fellini'nin hocasıdır.) Roma Açık Şehir'i (1945), De Sica'nın Kaldırım Çocukları (Sciussa, 1946) ve sinema tarihine geçmiş başyapıtı Bisiklet Hırsızları (Ladri di Bicylette, 1948), ayrıca Visconti'nin başyapıtı Yer Sarsılıyor (1948, La Terra Trema) bu akımın mihenk taşları olarak sinema ve sanat tarihlerindeki yerlerini aldılar. Ayrıca Fellini'nin ilk dönem filmlerinden olan Sonsuz Sokaklar (La Strada,1954) da bu akımın son başyapıtıdır.
AKIMIN ORTAYA ÇIKMASINDAKİ ETMENLER:
1. Fransız Doğalcılık Akımı (Naturalism)
2. İngiliz Belgesel Sineması,
3. Sovyet Toplumcu Sineması,
4. İtalyan Edebiyatı'ndaki VERISMO akımı.
Savaş sonrası sorunlar, işsizlik, faşist rejim altındaki kötü günler, maddi manevi yıkılmışlık, gecekondu sorunları, güneydeki toprak sorunları bu dönemin sinemacılarının malzemeleriydi.
Paul Rotha'ya göre, "onların anlık çalışma yöntemleri, hızlı ve çabuk metin kullanımının reddedilmesi, doğal ve içten gelen çekimleri, sinema tarihinin en fazla akılda kalan olgularıdır”. Filmin temelde yaşamın gözlemlenmesine dayalı bir sanat olduğu bu akımla belirginlik kazandı.
Yeni gerçekçilikte en çarpıcı şey, İtalyan gerçekliği ve sinemacıların kaygıları arasındaki sıkı ilişkidir. Bu, ülkesinin sorunsalını yeniden kurmaya dört elle sarılan bir sinemadır.
“Paçavralar içinde miyiz? Paçavralarımızı gösterelim. Yenildik mi? Felâketlerimize bakalım. Onları mafyaya mı, hipokrit sofuluğa mı, konformizme mi, sorumsuzluğa mı, hatalı eğitime mi borçluyuz? (...) Hiçbir şey bir ulusun temellerini sinemadan daha iyi ortaya koyamaz...”
ALBERTO LATTUADA
Bu akımın temsilciliğini yapan yönetmenlerin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir:
Yıldız "star" sistemine karşı olduklarından “yaşamın içinden seçilmiş” oyuncuları kullandılar.
Çekimleri stüdyolar yerine doğal mekanlarda, gerçek dekorlarla yaptılar.
Yapay aydınlatmadan kaçarak gerçekçi bir aydınlatmayı denediler.
Ağır, pahalı kameralar yerine taşınabilir, kolay hareket eden kameraları tercih ettiler. Aşırılığa kaçan kamera hareketlerinden kaçındılar.
İlk kez öykülü filmlerde röportajı denediler.
Basit ve yalın temalardan yola çıkan sosyal içerikli filmler yaptılar.
Filmlerinde yaşamın gerçekleri ile olan bağıntıyı koparmamaya çalıştılar. Film yapımını gündelik hayatın dışında bir etkinlik olarak görmediler.
İnsan davranışlarını, yaşam biçimlerini ayrıntılı bir biçimde ele aldılar.
Yukarıda bahsedilen sosyal sorunları ele alan konuları işlediler.
Filmlerin temaları çok güçlüydü.
Borde&André Bouissy’e göre, Yeni Gerçekçilik bir dizi belirgin özellikle Hollywood sinemasından ayrılır. Bunlar:
Bütünlük planlarının ve ortalama planlarının ve aktüaliteninkine yakın bir kadrajın sık sık kullanımı;
Sessiz sinemada pahalı olan görsel efektlerin (bindirme, eğik görüntüler, yansımalar, deformasyonlar, eksiltiler) reddi;
Belgesel geleneğine göre ayarlanmış oldukça gri bir görüntü;
Özel efektsiz bir kurgu;
Gerçek dekorlarda çevrim;
Doğaçlamada farklı bir yol demek olan dekupajda belli bir esneklik;
Profesyonel olmayan gerçek oyuncuların kullanılması;
Diyalogların basitliği;
Sessiz çevrilmiş filmlerin sonradan eşlenmesine başvurma;
Bütçenin küçüklüğü.
Yukarıda anılan belirgin biçimsel ve teknik özelliklerine rağmen İtalyan Yeni Gerçekçiliği daha ziyade ideolojik yapısı, içeriği ve dünya görüşü ile belirginleşen Anti-Hollywood’çu sinemasal bir tavırdır.
“Yeni Gerçekçiliği karakterize eden şey anlatma biçimi değildir, kameranın sokakta dolaşımı ya da profesyonel olmayan oyuncuların kullanımı değildir. Çağımızın, halkımızın sorunlarını net olarak, sergileme olgusudur.”
(De SANTIS)
(...) Hareket etme olanağı içinde, bu kültürün doğduğu toplum içerisinde kuvvetle bir yeniden doğmayı formüle ediyordu. Yeni Gerçekçilik cevap veriyordu: Evet, sanatçı sınırsız müdahale etme olanağına sahip. Evet, tüm otonomisini korurken nesnelerle ellerini kirletebilir ya da kirletmek zorundadır... Yeni Gerçekçi uyarının merkezi buradadır. Kavgada güçlere dışarıdan ya da yatay olarak değil ama bizzat bu kavganın içinde sanatçının eylem alanını koymak. (FERRARA)
Yeni Gerçekçilik, sanatın ve yaşamın diyalektik ilişkilerle sürdürüldüğünü doğrular. Bir ulusal kültürün gücünü, diriliğini, toplumsal gerçeklikte sahip olduğu köklerini ortaya çıkardığını gösterir. Yeni Gerçekçi yönelim İkinci Dünya Savaşı ertesinde İtalya'nın tarihsel durumuyla kendisini ortaya koyar. Faşizmin yirmi yılında, İtalya kendini bizzat kendisinin ve kendi gerçeğinin karşısında bulur. Böylesi dönemlerde, halkın özlemleri hemen hemen her zaman, yaratıcıların esinleri üzerinde bir etki meydana getirir.
Böylece, İtalyan sinemacılar ortak meşguliyet alanlarında buluştular:
Faşizmin Kötülenmesi, Partizanların Eylemlerinin Yüceltilmesi:
Roma Açık Şehir ve Paisa, Rossellini; Güneş Yine Doğacak, Aldo Vergano; Barış İçinde Yaşamak ve Zor Yıllar, Luigi Zampa; Haydut, Alberto Lattuada; Trajik Av, Guiseppe de Santis.
Az Gelişmişlik:
Yer Sarsılıyor, Luchino Viskonti; Kanlı Paskalya, Guiseppe De Santis; Umut Yolu, Pietro Germi.
Kentlerdeki İşsizlik:
Sciuscia, Bisiklet Hırsızları, Milano Mucizesi, Son İstasyon, Çatı Vittorio De Sica; Saat Onbiri Vuruyordu (Onze Heurs Sonnaient ), Guiseppe De Santis.
Kırsal Kesimin Toplumsal Sorunları:
Po Değirmeni, Alberto Lattuada; Acı Pirinç, Guiseppe De Santis.
Yaşlıların Sıkıntısı:
Umberto D, Vittorio De Sica; Manto, Alberto Lattuada.
Kadının Durumu:
Bir Aşkın Güncesi Ve Kendi Aralarında Kadınlar, Michelangelo Antonioni; Gönül Postası, Federico Fellini; Erkeksiz Kız, Guiseppe De Santis; Bugünkü Kadınlar, Luigi Zampa.
Diğer Temalar:
Din, kentlerdeki suçlular, tarihsel analizler gibi gerçeklikten doğrudan etkilenmiş geniş bir konu yelpazesi üstüne oturuyor.
AKIMIN ÖNEMLİ YÖNETMENLERİ:
Çağdaş sinema sanatının en önemli akımlarından birinin öncüleri sayılan bu yapımcılar belirli bir çevrede, belirli toplumsal koşullar altında, belirli bir kültür ortamından yararlanarak, iyi bir eğitimden geçerek, kökenleri yüzyıllara inen sanat akımlarının etkisinde kalarak kendilerini yetiştirmişlerdir. 1945 yılında başlayıp ellili yıllarda devam eden bu akımın en önemli isimleri Roberto Rossellini, Vittorio de Sica, Luchino Visconti ve yüze yakın filmin senaryosunu yazmış olan Cesare Zavattini’dir.
Zavattini, bu yeni akım sayesinde “efsanelerin altına gömülmüş olan gerçeğin yeniden tomurcuklanmaya başladığını; bir ağacın, bir ihtiyar adamın, yoksul bir evin içinin, uyuyan bir insanın, ağlayan bir insanın” gösterilmesinin sinemadaki değerini vurgular.
“Masaldan uzaklaşınız, çünkü bir insanın başka birinin kalına girmesi, hesaplanmış bir konuya yönelmek demektir ve gerçekle aranızda bir engel oluşturacak teknik süslerden kaçınınız.”
“Günlük yaşayış, normal görüntüsü içinde sıkıcı değildir. Kendi halinde akıp giden hayata ille de özel bir konu yüklemek amacında olan tiyatronun tutumu yanlıştır.” (C. Zavattini)
ROBERTO ROSSELLINI
Rossellini, İtalyan Yeni Gerçekçiliği'ni başlatan yönetmen olarak kabul edilmektedir. Diğer yeni gerçekçiler gibi doğal mekanlarda, tanınmamış oyucularla çevirdiği ilk filmi, "ROME, CITTA APERTA - Roma, Açık Şehir” (1945) yaşanmış olan olayları ve gerçek insanları anlatmaktadır.
1944 yılında Almanlar Roma'dan çekilirken, İtalyan direnişçileri ile temasa geçerek çok ilkel şartlarda, hemen hemen gizlice bu filmi çeviren Rossellini, Alman işgali altındaki Roma'da günlük yaşayışı büyük bir gerçekçilik içinde anlatmaktaydı. İşgal altındaki Avrupa'da çekilen bu ilk direniş filmi büyük bir ilgi ve heyecanla karşılandı.
İkinci filmi olan "PAISA"(1946), yeni gerçekçiliği birincisinden daha da başarılı uygulamaktaydı. Müttefiklerin Sicilya çıkarmasından başlayarak, kuzeye doğru ilerIeyişlerini adım adım izleyen film altı bölümden meydana gelmişti. Savaşın büyük çöküntüye uğrattığı bir ülkedeki insanların durumlarını hiçbir yapmacıklığa kaçmadan anlatmaktaydı. Bu filmde Rossellini, herhangi bir gazetecinin röportaj yapması gibi olup bitenleri öğreniyor, buna göre bir olay düzenliyor, bunu orada bulduğu oyunculara kaba çizgileriyle anIatıyor, sonra onları günlük konuşmaları ve her günkü yaşayışları ile sahneyi canlandırmakta serbest bırakıyordu.
1947-48 yılında "GERMANIA, ANNO ZERO - Almanya Sıfır Yılı" filmini çeviren yönetmenin başarı çizgisi giderek zayıfladı.
Roberto Rosselini 'nin daha sonraki yıllarda İngrid Bergman ile çektiği filmleri; "Stromboli", "Avrupa 51", "İtalya'da Yolculuk" onun başarı çizgisini gerileten çalışmalardı.
Rossellini, “sık sık iletişimsizlik ve insanlararası ilişkilerin zorluğu sorunlarına el atar; yakalamaya çalıştığı şey, ahlak sağlamlığı, ağırbaşlılık, en ufak bir yapmacığın dahi bulunmadığı, her türlü süslemeden ve göz boyamadan arındırılmış, doğru, gerçeğe yakın (otantik) bir anlatımdır”.
VITTORIO DE SICA (1902-1974)
Filmlerinin niteliğinin yüceliğini günümüze kadar sürdüren bir sanatçıdır. Çevirdiği filmlerin senaryosunu Cesare Zavattini yapmıştır. Uzun süre birlikte çalışan Vittorio De Sica ve ünlü yazar güçlü bir ikili meydana getirmişlerdir. Filmleri:
"I BAMBINI CI GUARDANO - Çocuklar Bize Bakıyor (1939)"
"SCIUSICA" - Kaldırım Çocukları" (1946)
"LADRI DI BICICLETTA -Bisiklet Hırsızları" (1948)
"MIRACOLO A MILANO - Milano'da Mucize" (1951)
"UMBERTO D" (1952)
Bu filmler arasında özellikle "Bisiklet Hırsızları"nın önemli bir yeri vardır. Bütün zamanların en güzel on filmi arasına bu film her zaman girmiştir. 1950 yılında “ En İyi Yabancı Film ” Oscar’ını alan filmde De Sica, 2. Dünya Savaşı sonrası yoksul Roma atmosferi içerisinde, var olma mücadelesi veren sıradan bir işçi üzerinden, umut, utanç ve yitiriliş üçgeni ekseninde insanlık durumunu gözler önüne serer. Film gerek yapım tekniği, gerekse de sinema estetiği açısından Yeni-Gerçekçilik akımının simgesi olarak kabul edilir.
LUCHINO VISCONTI
Visconti, sinemaya 1935 yılından sonra ilgi duymaya başladı. Paris'e yaptığı bir seyehat sırasında Fransız yönetmen Jean Renoir ile tanıştı. Renoir onu; "Une partie de Campagne" filmi için yardımcılığına seçti. OBSSESSİON -TUTKU (1942)
Ünlü yönetmenden çok etkilenen Visconti 1942 yılında "OSSESSIONE -Tutku" filmini yaptı. James Cain'in "Postacı Kapıyı İki Kere Çalar" isimli yarı cinayet yarı naturalist romanından uyarlama olan film kendisine ün getirdi.
BELLISSIMA (GÜZELLER GÜZELİ) –1951 Diğerlerinden farklı olan özellik; bu filmin senaryosunun Cesare Zavattini tarfından yazılmış olmasıdır. Bilindiği gibi bu akımın diğer önemli ismi Vittorio De Sica'nın filmlerinin senaryolarını da Zavattini yazmıştır.
SENSO -DUYGU -1954Viskonti'nin tarihi film çalışması olan Senso'da duygusal bir entrikayı anlatırken yapay dekorlar değil doğal dekorlarda çalışmayı yeğlemiştir. Filmde naturalizm, romantizm ve realizmin bileşimi sunulmaktadır.
LA TERRA TREMA- (YER SARSILIYOR)-1948. Bu filmde Sicilya balıkçılarının dramını ve sefaletini büyük bir çarpıcılıkla yansıttı.
Bu akımın diğer yönetmenleri; Pietro Germi, Luigi Zampa, Alberto Lattuada, Guiseppe de Santis, Aldo Vergano'dur. Bu çizgide filmler yapan diğer bir isim de Guiseppe De Santis'dir. İtalyanın kırsal kesimiyle ilgili filmlerinde ustalıklı gerçekçi bir bakış ve duyarlı bir gözlemcilik hakimdir. Bilhassa Silvana Mangano gibi ünlü bir yıldızın doğduğu "Acı Pirinç"(1949) ve Lucia Bose'u dünyaca ünlü bir yıldız yapan "Zeytinlikler Altında Sükun Yok” (1950) önemlidir. M. Antonioni ve Federico Fellini ise "Yeni Gerçekçi" olarak sınıflandırılması zor filmler yapmışlardır.
Antonioni, yeni bir sanat anlayışı geliştirerek, kadın- erkek ilişkilerindeki yabancılığı, zorlukları, aşkın olanaksızlığı gibi temaları işlediği alışılmamış filmler yapmıştır. Lucia Bose ile yaptığı "Bir Aşkın Güncesi” (1950), "Kadın Dostlar" (1955), "Macera” (1959) ve Monica Vitti ile çevirdiği "Kızıl Çöl" (1964), "L'eclisse-Batan Güneş” gibi filmlerinde yönetmenin kötümser dünya görüşü ve yaşamın karmaşıklığı yansır.
Fellini filmlerinde oynattığı film kahramanlarına kendi düşsel ve fantastik görüşlerini yüklemeyi tercih etmektedir. Yönetmenin narsizmi ve içgözlem yeteneği filmlerine yansımaktadır. Bunun örneklerini "Aylaklar” (1953), "La Strada- Sonsuz Sokaklar” (1954), "Cabiria'nın Geceleri" (1957) ve "8/5 - Sekizbuçuk" (1962) filmlerinden görmek mümkündür.
YENİ GERÇEKÇİLİĞİN DÜNYADAKİ ETKİSİ
Yeni Gerçekçilik İtalya'da en fazla genişlikle serpilip geliştiyse de diğer ülkelerde etkilere yol açtı. Sosyo-politik benzer bağlamlar, benzer filmler yarattı.
Japonya:
1945'ten sonra Japonya'da, İtalya'daki gibi emperyalizmin ve militarizmin bozgunundan sonra, sol güçlerin işleri yoluna girdiği için Yeni Gerçekçi bir gelişmenin boy gösterdiği görülüyor. Böylece 1950'lerde Tadashi Imai'nin Canlılarız, Yazuşira Ozu'nun Buğday Hasadı, H. Gosho'nun Ocakların Dikeldiği Yer, Yamamura'nın Cehennem Gemileri, Mikio Naruse'nin Okasan'ı, Yamamoto'nun güneşsiz Semt'i, Kurosawa'nın Yaşamak ve Korku İçinde Yaşıyorum'unun ortaya çıktığı görülüyor.
Hindistan:
1953'te Bimal Roy'un Calcuta, Suç Kenti (Yine İki Hektarlık Toprak başlıklı) gibi bir filmin çıkışı Yeni Gerçekçiliğin aynı biçimde Hindistan'a girdiği gerçekliğine tanıklık ediyor. Sade estetik ve yapıtın politik tutumu İtalyan ekolününkini çok yakından anımsatıyor. Raj Kapoor'un Bay 420'si, K. A. Abbas'ın Munna'sı, Pakarash Arora'nın Ayakkabı Boyacısı'sı, Shambku Mitra'nın Dikkatli Kal'ı, V. Shantaram'ın İki Göz, Oniki El'i gibi yapıtları da bulunur.
Mısır:
1952'deki Nasır Devrimi başlıca Salah Abou Seif'in filmleriyle ünlenmiş sıkılgan bir Yeni Gerçekçi damarı yaratıyor, fakat Yusuf Şahin, Tevfik Salah, Henri Barakat'inkiler de var. 1939'dan 1945'e kadar Kemal Selim'in İrade'si ve Kemal Telemsanny'nin Karaborsa'sı gibi filmlerle belki de öncelenmişti.
Lübnan:
Georges Nasser'ın iki uzun metrajında Yeni Gerçekçi unsurlar bulunur. 1956 ve 1962'de çevrilmiş Bilinmeyene Doğru ve Küçük Yabancı.
Arjantin:
Elbette Yeni Gerçekçi'ler Latin Amerika'da da bir kaç film çevirdiler. Özellikle Arjantin'de Fernando Birri tarafından: 1960'da Tire Die ve 1962'de Les Inondés (Su Baskınına Uğrayanlar).
Yeni Gerçekçi çizgiler, diğer ülkelerde çevrilmiş dağınık filmlerde de görülebilir. Farklı dönemlerde bazen gecikmiş olarak: Fransa, İngiltere, ABD, Senegal, Cezayir, Küba, Türkiye. Bugün bile Yeni Gerçekçi eğilim direnmektedir. Yeni Gerçekçilik, harekete geçirici filmlerin varlığına dayanamayan kapitalist toplumlar için hümanist bir hak ileri sürmeyi sağlayan yöntemleri barındırır. Demokratik sinema, Yeni Gerçekçi, çoğunlukla da reformist bir sinemadır: Bu iki veri onun büyüklüğünü ve doğuştan gelen zayıflığını da açıklar. Akımın sonrasında, savaşın baş aktörlerinden İngiltere'de, sinemacılar/entellektüeller savaş döneminin propaganda filmlerini bir yana bırakarak yeniden “gerçek” gerçeğe dönme ihtiyacı hissettiler. Bu da Free Cinema’yı doğurdu. Hemen ardından Fransa'da Cinéma-Verité doğdu. O da kendinden önceki İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve İngiliz Free Cinema'sının getirdiği mirası daha da geliştirdi.
Özünde tüm bu sinema akımları, sürekli ifade etmeye çalışılan “gerçekliği arama” çabasının 20. yüzyılın aydınlanmış insanlarıyla yeniden yürürlüğe konmasından başka bir şey değildir. Bu hareketler daha sonra gelecek olan “68 isyanının" da fikirsel kökenlerini oluşturmuş ve onlara ortamı hazırlayan hareketlerin bir parçası olmuşlardır.
Burada belgeselin temel izleğinin değiştiğini görürüz: Artık yaratıcı, diğer bir dille yönetmen daha etkilidir. İlk dönem örneklerinde olduğu gibi yönetmen kamerayı bir yere kurup olanları izlemekle kalmaz. Yaratıcı kaydedilecek görüntüyü kendi "gözüne" diğer bir deyişle ideolojisine, felsefesine, sanat anlayışına göre biçimlendirir. '68 hareketinde tam anlamıyla bir patlama gösteren belgesellerin hepsi, özellikle de Avrupa kaynaklı olanları yükselen Marksist hareketin getirdiği dilimize toplumcu-gerçekçilik aktarılmış olan sosyalist-gerçekçiliğin izinde çekiliyordu. Genç sinemacılar ki bunların arasında ülkemizdeki genç sinema hareketinin temsilcileri de girer, kameralarını alıp, uyanan toplum kitlelerinin, proletaryanın, üniversite gençliğinin, kurulu düzene karşı çıkışın , eylemlerini kaydetmeye koyuldular. Ömer Lütfi Akad belgesel geleneğine yaslanan (Gelin, Düğün, Diyet), Metin Erksan (Susuz Yaz, Yılanların Öcü), Halit Refiğ (Üç Arkadaş, Gurbet Kuşları),Yılmaz Güney sosyalist-gerçekçi (Endişe, Umut) gibi filmleriyle “gerçekçi sinemasal anlatım” yolunda önemli adımlar attılar. Güney ekolünden gelen, sinema kariyerlerine sosyalist-gerçekçi filmler yaparak başlayan ve 80'lerin ortasından itibaren auteurleşen Ömer Kavur, Erden Kıral, Ali Özgentürk gibi yönetmenleri de bu çerçevede anmak gerekir.
12 Ekim 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder